Geçen aylarda arkadaş tavsiyesi ile bir kitaba başladım. Aylar dediğim, var bir altı ay kadar 🙂
Julia Cameron’ın yazdığı Sanatçının Yolu. 2012 yılında Butik Yayıncılık tarafından Türkiye’de basılmış.
Başlığa bakar bakmaz beni değil sanatçıları ilgilendiriyor demeyin lütfen. Zira kitap “herkesin sanatçı olduğu” temeli üzerine inşa ediliyor.
Yazar kendi hikâyesinden yola çıkıyor ancak bir otobiyografi değil bireysel gelişim kitabı olarak kurgulanmış.
Okurken, kendi deneyimlerimden çok iz buldum. Şarkı söylemeye karar verme sırasında, aslında tam da önerilenleri, biraz bilinçli biraz refleks olarak, yaptığımı fark ettim. Demek ki sebepler farklı olsa da itici güç hepimiz için benzer.
Giriş bölümü şöyle etkileyici bir cümle ile bitiyor “Sanatımızı yaparak, Yaratanımızın eliyle dolaysız tanışırız.”
Ardından kitap bize kapılarını açıyor.
Bu kitaptan etkilenmemin ve paylaşmamın en önemli sebebi, herkesin istisnasız sanatçı olduğunu söylemesidir.
Siz de sıkça yaşamışsınızdır. Alkışlanan bir şarkıcı ile gözünüz doluyorsa, ressamın eseri tüylerinizi ürpertiyorsa, izlediğiniz dizide kostümler sizde yapma isteği uyandırıyorsa, ilgi alanınıza dair bedensel tepkilerle baş başasınız demektir. Genelde, ilk tepki olarak, nevrotik egomuz alkışlamak ve takdir etmekten bizi alıkoyar. Ardından “ne var ki bunu ben de yaparım” ile başlayan yargılama, burun kıvırma ile devam ederiz. 🙂
Yazar öyle değerli ipuçları veriyor ki hepsini aktarmam mümkün olsa keşke. En iyisi, kitabın bazı cümlelerini yazıp aralara kendi yorumlarımı ekleyerek devam edeyim.
Sanatçılığını ortaya çıkarmak konusunda cesareti olmayanların, sanata destek vererek kendilerini beslediklerinden de bahsediyor. Bunu da gölge sanatçı kavramı ile açıklıyor.
“Sanat konusunda sinmiş, çoğu zaman kendi sanat düşlerini farkedemeyecek kadar özdeğerden yoksun bu insanlar, gölge sanatçı olurlar. Sanatçıdırlar ama gerçek kimlikleri konusunda bilgisizdirler.”
Kendi yolculuğumdan da çok iyi biliyorum ki burada bahsedilen “özdeğerden yoksunluk” bir yargı değil, aksine onu yükseltmenin mümkün olduğunu belirten bir teşhistir.
“Birisini sanatçı diğerini gölge sanatçı yapan şey cürettir, yetenek değil.”
İşin aslı bizim yapmaya cesaret edemediklerimizi başkası yaptığında onu cüretkâr bulur ve bunu aşağılayıcı anlamda kullanırız. Hâlbuki cüret, ilk adımı atmamızı sağlayan itici güçtür. Sonrasında yolu nasıl aldığımız, hatalarımız, toy yanlarımız, düşmelerimiz kalkmalarımız yolun ta kendisidir.
“Yaratıcılık oyundur, ama gölge sanatçılar için kendilerini oyuna terketmek zor iştir.”
Niye zor iştir, çünkü başkalarına yönelttiğimiz eleştirilerin aynıyla karşı karşıya kalmaktan korkarız. Aslında haklıyızdır, aynılarını işitiriz. Bu zaten evrensel yasa gereğidir. Yaşadığımız her şey yansıma ise, iş yansıyanı değil aslını değiştirmekle başlar. Yani yerli yersiz eleştirmemekle…
Yazar da en önemli engelin eleştirilmekten korkmak olduğunun altını çiziyor ve içinizdeki yargıcı susturun diyor. Bu da çok güzel bir cümleyle karşılık buluyor kitapta “İlk sanatsal çabalarınızı yargılamak, (içinizdeki) sanatçıyı harcamaktır.”
Sürecin tamamı için Julia Cameron’un yaptığı uyarılardan en hoşuma gidense bu oldu.
“Gelişme peşindeyiz kusursuzluk değil. İyileşme, hantal, geçici, hatta utandırıcı bir süreçtir. İyi gözükme talebinden vazgeçmeliyiz. Hem daha iyiye gitmek hem de iyi gözükmek aynı zamanda gerçekleşemez.”
Sahneye çıktığım ilk günlerdeki tarzım, tavrım bana önceden gösterilseydi muhtemelen utançtan evden çıkmazdımJ Şimdi biliyorum ki o deli cesareti gözümü karartmasa ben oturduğum yerden bu işi “yapamayanları” eleştirmeye devam ederdim. Şu an kimseyi eleştirmiyor değilim ama muhtemelen beş kere yutkunuyorum. İlerde bu sayının artmasını diliyorum!
Kitap aynı zamanda haftalık çalışmalar öneriyor. Şimdilik aktardığım sadece ilk birkaç haftaya dair çekirdek bilgiler. Devamını diğer yazılarda aktarmaya devam edeceğim çünkü herkesin sanatçı yanından etkileniyor ve açığa çıkarmasını çok istiyorum.
Bu konuda yapabileceğim ise kendi yararlandığım yöntemlerden haberdar etmek.
Kitabın 30. Sayfasındaki şu cümle tam olarak aktarmak istediğimi anlatıyor.
“Deneyim karşısında inanç söz konusu olmuyor. Carl Jung’un son zamanlarında söylediği gibi ‘Ben inanmıyorum, biliyorum.’”
Son olarak, bakın bakalım içinizdeki sanatçıyı bunların hangilerini bahane ederek durduruyorsunuz.
*Artık çok geç
*Gerçekten sevdiğim bir şeyi yapmak için para kazanmayı beklemeliyim
*Daha yaratıcı bir yaşamın özlemini çektiğim zaman “bunu egom istiyor” derim
*Hayaller anlamsızdır, aklımı başıma toplamam gerekir
*Ailem ve arkadaşlarım benim deli olduğumu düşünebilir
*Yaratıcılık lükstür, sahip olduklarımla yetinmem gerekir
Ve daha niceleri…
Cesaretlendim 😉
Sizin adınıza çok sevindik 🙂